30 Temmuz 2015 Perşembe

Arzunun Kanatları (Wim Wenders)


Wim Wenders’ın Arzunun Kanatları filmini izlediniz mi? İzlemediyseniz çok şey kaçırdınız. Akıp giden o güzelim replikler mi, siyah beyazla renkli arasında doğallıkla gidip gelen görüntüler mi, kamera açıları mı, ışık mı, şehrin sesi mi, müzikler mi, seçilen mekânlar mı daha güzel derken iki saatin nasıl geçtiğini anlayamayacağınız şiir gibi bir film. Bu özelliğiyle de insanda uzun uzun konuşma isteği uyandırıyor ama ben belirli bir açıdan bakmaya çalışacağım sadece.

Film duvar yıkılmadan önce çekilmiş, Berlin duvarla ikiye bölünmüş durumda, çeşit çeşit insan ve bir o kadar da farklı iç dünya var. Filmin diğer adı olan Berlin Üzerinde Gökyüzü ise belki de yaşadığımız boyuttaki tüm bu bölünmüşlüğe ve çeşitliliğe rağmen birliğe vurgu yapıyor. Melekler ölümsüz, insanüstü varlıklar olarak filmde rahatça ve anında mekân değiştirebiliyor,  insanların düşüncelerini dinliyorlar. Genelde kayıtsız gibiler, doğrudan müdahalelerde bulunmuyorlar. Burada insanın özgür iradesine vurgu yapılıyor. Kayıtsızlığın bir istisnası, filmin ana karakterlerinden birisi olan Melek Cassiel’in bir intihardan dolayı duyduğu hayal kırıklığı ve öfke.

Meleklerin rehberlik adına yaptıkları, sadece insanların omuzlarına dokunarak onlarda iyi hislerin doğmasına yol açmak. Onları cesaretlendirmek ve hayatın bir armağan olduğunu hatırlatmak. İnsanlarda iyimserlik uyandıran dokunuşları sırasında yüzlerindeki şefkat dolu ifadeyi de görmek lazım.

Filmde özetle Melek Damien bir kadına duyduğu aşk için melek olmaktan vazgeçer. Ama filmi izlerseniz insanın yaşamına duyulan özlemin de bunda etkili olduğunu görüyorsunuz. Melekler yaşamı kutsuyor, tüm insanüstü özelliklerine rağmen insanın yapabildiği tüm o günlük şeylere özlem duyuyorlar. Dokunabilmek, tadabilmek, üşümek, kötülük yapabilmek!… Bu yüzden meleklerin gösterildiği sahneler siyah beyaz. Her şeyi biliyorlar ancak insanın yaşamı gibi renkli bir yaşamları yok, böylesi bir varoluş insan yaşamının yanında donuk kalıyor. İşte Melek Damiel biraz da o renkli yaşamı istiyor. Bu anlamda varoluşunu sorguluyor.

Bir sahnede Damien, arkadaşı Cassiel’e o gün neler olduğunu anlatırken kayda değer bir şeyi aktarıyor: "bugün biri yağmur yağarken şemsiyesini kapadı ve ıslandı…"
İnsan olup ne yapmak istediği konusunda da şunları söylüyor:
“Kağıt oynanan bir masaya oturmak, selamlanmak. bir baş işareti yeter. Şimdiye kadar katılmış olsak da göstermelikti. Aslında geceleri boks maçlarına göstermelik olarak katıldık. Sonra göstermelik olarak balık tuttuk. Sofralarda göstermelik olarak oturduk. Orada yedik içtik ama göstermelikti. Kuzular kızarttık ve şarapları beklettik. Dışarıda, çöl çadırının yanında. Hepsi göstermelik. Hemen bir çocuk yapıp ağaç dikmek istiyorum demiyorum. Ama uzun bir günden sonra philip marlowe gibi eve gelip, kediyi beslemek güzel olurdu... Ateşinin çıkması, gazeteden parmaklarının boyanması, sadece ruhsal olarak değil, gerçek bir yemekle beslenmek. Bir boyun veya bir kulak çizgisinden etkilenmek. Yalan söylemek, istediğin kadar...”

Bunu o derece istiyor ki, arkadaşı Cassiel’in kucağında ruhani yaşamı son buluyor. İnsan olarak yeni –ve renkli- bir yaşama doğduğu anda tanrısal korumayı simgeleyen zırhı da gökyüzünden düşüp kafasını yarıyor. Bundan bile zevk alan Damien’ın ilk işi daha önce bir şekilde karşılaştıklarında, varlığını hisseden aktörün yanına gitmek oluyor. Onun da düşmüş bir melek olduğunu öğrenen Damien, her şeyi bilmek istediğini söyleyince aktörün yanıtı ne oluyor dersiniz?

  'Kendin yaşa ve öğren, tadı burda.''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder